BEKLENTİYİ BEKLEMEK

Samuel Beckett’e yazdıklarımdan bahsetmeyin lütfen.

Yeteri kadar rezil ediyorum. Bari bilmesin. Huzurla uyusun.

Sizde okuyup unutun.

Unutmak mutlak olması gereken bir eylem. Her şeyi hatırlamamalı insan evlatları.

Çünkü insan hatırladıkça kendini yargılar. Yargı konusu çok karışık. Geçmiş mutluluk getirdiği gibi hüznü de peşine takar. Düşünüp durur insan evladı. Düşünmek gayet yıpratıcı. Düşünülmesi gerekenleri bırakıp gereksiz düşüncelerde boğulmak cankurtaransız bir sahil endişesi yaşatmakta. Kimse size hayat öpücüğü vermeyecek. Hayat yeteri kadar öpüyor zaten.

Neyse çok uzatmadan kahramanlarımızın dünyasına dönelim.

Bekliyorlar zira.

Huylu Genç: Farkında mısın zaman akıp gidiyor?

Huysuz İhtiyar: Farketmemek mümkün mü? Yaşlıyım ben, en farkedilen şeydir bizde zaman. Zira geçip giden kısım çoktur. Siz gençlerin içinin çürümüş olmasına ne diyeceksin peki?

Huylu Genç: İçimiz çürümedi, her gelen nesil bir önceki nesilin çöplüğünü dolduruyor içine. Siz teknolojiden uzak ve samimi bir hayat yaşıyordunuz. Sizden öncekiler savaş ve yokluk. Biz de bunlardan çok uzak. Bizden sonraki nesil daha da uzak ve farklı. Biz sizin gibi sindiremedik hayatı. Her şey çok hızlandı bizde. Teknoloji alet oldu buna. Ondan çürüme hızlandı.

Huysuz İhtiyar: Çürüme diyorsun sen buna. Çürüyen genel olarak insanlık değil mi?

Huylu Genç: İnsanlığın çürümesi göz önünde olan bilindik bir durum. Ama geleceğin emanet edilen gençliğin çürümesi çok sinsi bir durum. Biliniyor ama çözülemiyor. Çözülmesi için çok geriye gitmek gerek. Yani bayım sizin bile bu durumda payı var.

Huysuz İhtiyar: Benim ne suçum var?

Huylu Genç: Müdahil bir durumun olmasa bile senin neslinin sorunu bu. Belki sizden önceki nesil de sizi çürüttü. Kısır döngü. Kusur döngüsü. Beklemeye başladığımızdan beri geçmişi anlatarak sen de beni çürüttün. Biz ileriye neden bakamıyoruz arkadaş? Hep geri. Her koltukta bir yaşlı. Gençlik değil mi geleceğin sahibi?

Huysuz İhtiyar: Ne yapalım biz ölelim mi?

Huylu Genç: Ölmeyin. Neden ölesiniz? Sadece yol verin, yer açın. Çekilmeyi bilin. Akil adam olun, yol gösterin. Yola barikat olmayın.

Huysuz İhtiyar: Siz de yaşlılara yer vermiyorsunuz otobüste!

Huylu Genç: Haydaaaa! Tek derdiniz bu değil mi? Ne alakası var benim dediğimle?

Huysuz İhtiyar: Ne bileyim verecek cevap bulamadım.

Huylu Genç: Ne kadar garip değil mi geçmiş nesilden şikayet ederken yeni nesilden de memnun değil insan evlatları.

Huysuz İhtiyar: Gelecekten korktuğumuz için yeni nesilden hırsımızı alıyoruzdur belki.

Huylu Genç: Siz geçmişinizin intikamını alıyorsunuz sadece.

Huysuz İhtiyar: Bahane bulamadım, haklısın.

Huysuz İhtiyar: Bir ses geliyor otobüs mü o?

Huylu Genç: Otobüs mü? Doğru biz otobüs bekliyorduk değil mi? Bunu bir meslek dalı gibi sahiplenmişim bir an, unutmuşum.

Huylu Genç: Değil otobüs, Pek çok gelmeyen memnun ki yerinde.

Huysuz İhtiyar: Çok mu seneler geçti? Gelen yok sefer saatinde.

Huylu Genç: Espriler, şakalar. Zaman da nasıl geçiyor değil mi?

Huysuz İhtiyar: Akıp geçmeyen tek şey otobüs.

Huylu Genç: Biz neden otobüs bekliyorduk?

Huysuz İhtiyar: Eee şey için. Şeye gidecektim ben. Sende mi oraya gelecektin? Unuttum iyi mi sen hatırlıyorr musun?

Huylu Genç: Hayal meyal.

Huysuz İhtiyar: Beklentiler amacı unutturuyor galiba.

Huylu Genç: Galiba.

Huysuz İhtiyar: Daldın birden.

Huylu Genç: Biz otobüsü bekliyoruz. Bir yere gitmek için. Nereye gideceğimizi dahi unutacak kadar bekliyoruz. Ya otobüs de bizi unutmuş olamaz mı?

Huysuz İhtiyar: Saçmalıyorsun. Otobüs bizi neden unutsun. Belli bir güzergahı olan. Gördüğü duraklarda duran bir toplu taşıma aracı.

Huylu Genç: Onu kullanan bir şoför? O da mı araç?

Huysuz İhtiyar: O mu unuttu diyorsun?

Huylu Genç: İnsanın unutma huyu meşhurdur bilmiyor musun?

Huysuz İhtiyar: Seni de unutsam ya.

Huylu Genç: Unutma unutamadan olmuyor. Otobüs gelse unutacaksın zaten anında. Senin için beklerken zaman geçirdiğin bir oyuncağım sadece.

Huysuz İhtiyar: Öyle değil tabi ki. İnsanlar sadece birbirinin yanından geçmiyor. Bazıları iz bırakıyor. Tanışmasa da. Hiç tanışmayacak ya da iki laf etmeyecek dahi olsa. O nedenle iz bırakacaksın genç adam.

Huylu Genç: Biz nereye gidecektik?

Huysuz İhtiyar: Otobüs gelsin aklımıza gelir elbet.

Huylu Genç: Ya aklımıza gelmezse? Son durakta mı ineceğiz?

Huysuz İhtiyar: Olası. Son durağın bir başlangıç olmadığını nereden biliyoruz?

Huylu Genç: Heyt be yaşlı feylezof konuştu. Hepimizin sonu ölüm Hacı Amca!

Huysuz İhtiyar: Hacı Amca mı? O nasıl bir hitap hiç hoş değil. Hem ben o ünvanı alacak kadar şanslı değilim.

Huylu Genç: Hitaplar, ünvanlar. Takıldığın nokta bu mu? Söylediğimin içeriğine bakmadan öznesine mi takıldın? Neden böylesiniz? Ne önemi var ki hitapların? Hepimizin sonu ölüm ve 2 metrekare mezar değil mi? Öküz altında buzağı aramak milli sporumuz oldu galiba.

Huysuz İhtiyar: Ne demek istiyorsun?

Huylu Genç: Diyorum ki ben sana “Hepimizin sonu ölüm” demişim. Sen “Hacı Amca” hitabına takıldın. Yani kurduğum cümlenin amacına değil aracına takılıyorsunuz. İnsanların çoğu da böyle. Neden böylesiniz diyorum. İletişim kuran canlılarız dünya üzerinde. Konuşarak bunu bir adım öne çıkartıp tekeline alan varlıklarız. Bizden başka konuşan var mı? Peki konuşup bir o kadar anlaşamayan? Bunu demek istiyorum.

Huysuz İhtiyar: Bitti mi?

Huylu Genç: Bitti.

Huysuz İhtiyar: O zaman sessizce beklemeye devam edelim.

Huylu Genç: Bekleyelim efendim. Deli gibi beklemek ruhumuzda var.

Hakim Amcaaaa Sopamı Kaybettim

Hayatın en olağanüstü kısmı doğum. Bir hayat dünyaya getirmek.

Ama müdahil olamadığımız tek durumda o. Kimse bize bir şey sormuyor. Zaten sorsalar da verebilecek cevabımız çok anlaşılır olmaz. Bir mucize gerçekleşiyor. Olayın baş kahramanı biziz ama köfteden hallice bir durumda elden ele geziyoruz. Bir seçim hakkı olsa çoğu kişi doğmaz bence.

Doğum sancıları da aslında doğacak bebeğin dünyaya gelme durumuna itiraz olabilir. “Çıkmayacağım ulan” diyordur belki de.

Ben de yazma sancıları çekerken bir anda harfleri doğurasım geldi. Okutup büyütüp yazı haline getireyim dedim.

Buyurun!

Ben: Ahanda buldum seni Hakim Amcaaaaağğ!

Hakim Amca: Hığkkk öhüühüüü!!!

Ben: Helal Hakim Amca helal su iç su.

Hakim Amca: Evladım lokmamı boğazıma dizdin. Öyle bir anda adamın karşısına çıkılır mı?

Ben: İki saattir seni arıyorum, süprizli giriş yapayım dedim. O senin mübaşir denen zırtapoz yalan yanlış şeyler söyledi zaten. Dört döndüm burayı.

Hakim Amca: Alacam kafamı gideceğim ne sen ne mübaşirler bulamayacak beni!

Ben: Ben bulurum.

Hakim Amca: Ondan korkuyorum zaten.

Hakim Amca: Aç mısın evladım buyur beraber yiyelim.

Ben: Yok Hakim Amca tokum sana afiyet olsun.

Hakim Amca: Tatlı ikram edeyim.

Ben: Tatlı yiyelim tatlı konuşalım diyorsun.

Hakim Amca: Yani.

Ben: Hakim amca insanlar tatlandırıcılardan gerçek şekerin tatlının ne olduğunu unutmuş. O nedenle konuşmalarında tat tuz yok. Gayet yavanlar. Biz onlar gibi olmadık çok şükür

Hakim Amca: Doğru diyorsun, insanlar ne konuştuğunu da bilmiyor artık. Samimiyetsizlik kol geziyor.

Ben: Hadi Hakim Amca bitir yemeğini de acil adalete ihtiyacım var mahkeme salonuna gidelim.

Hakim Amca: Olmaz salon malon, ismim çıktı çıkacak senin yüzünden. Ayrı bir sempati duyanlarda olmadı değil ama burası resmi kurum alırız çayımızı dışarıda konuşuruz 1 saatlik boşluğum var.

Ben: Seyyar adalet diyorsun.

Hakim Amca: Onun gibi bir şey. Kendine benzettin beni de!

Ben: Adaletin çok acil yerini bulması gerek.

Hakim Amca: Ne oldu evladım?

Ben: Sopam kayıp!

Hakim Amca: İyi de bunun benimle ya da adalet ile ne alakası var? İyi misin evladım?

Ben: Olmaz olur mu esas senin konun bu! Gaiplik kararı almamız lazım.

Hakim Amca: Kim için?

Ben: Sopa için.

Hakim Amca: Niçin?

Hakim Amca: Hay kafamı allak bullak ettin. İyice sana benzedim ben.

Ben: Birbirimize benzemek ne güzel işte Hakim Amca. Benzerliklerden bir çelenk.

Hakim Amca: Çok şükür doyurduk aç karnımızı, Allah olmayanlara da versin.

Ben: İnsan evlatları dünyaları yese doymaz, doysa da paylaşmaz. Herkes bir lokma ile doyacağını bilse zaten dünyada açlık diye bir şey kalmaz.

Hakim Amca: Hadi kalk bahçeye çıkalım.

-Bahçeye çıkılır-

Hakim Amca: Anlat bakalım derdini evladım.

Ben: Deli deliyi görünce sopasını saklarmış ya Hakim Amca ben de sopamı sakladım bulamıyorum. Kayıp oldu, hükümsüzdür.

Hakim Amca: Evet evladım ama o atasözüdür.

Ben: :Evet atasözüdür. Ama bende kaybettim sopamı.

Hakim Amca: Senin sopan mı vardı?

Ben: Misal Hakim Amca. Gerçek bir sopa değil elbet. Temsili diyebiliriz.

Hakim Amca: Neyi temsil ediyor?

Ben: Sopa bir çok şeye yarar; dayanırsın yükünü taşır, korktuğunda silah olur sallarsın sağa sola, sırtını bile kaşırsın. Yarendir. Muhabbettir. Hayaldir belki de.

Hakim Amca: Bu dediklerini mi kaybettin?

Ben: Bir çok şeyi kaybettim, kaybedeli çok oldu. Koyduğum yerde bulamadım. Belki koyduğum yerde beklemediler beni. Belki birileri aldı gitti. Şimdi kayıplarımı bir objede birleştirdim. Bir sopam oldu, onu da kaybettim çünkü deli deliyi görünce sopasını saklarmış. Sakladım gitti. Sopayla saklambaç söz konusu ancak bulmak bir problem. Kayıp oldu galiba. Gaiblik davası açmak istiyorum.

Hakim Amca: İyi de evladım söyledikleri maddi olmayan elle tutulmayan şeyler, olmayan bir şeye gaiplik davası açılmazki. Hem Gaiplik insanlar içindir.

Ben: Gerçekçi bir ciddiliğe bürünmüşsün Hakim Amca. Şimdiye kadar uçtuk kaçtık, bu mu garip geldi sana? Hem bahçedeyiz mahkeme salonuna dahi almadın beni. Gayri ciddi bir durumdayız ve adaletin yerini bulmasını istiyorum. Bir de çay ısmarla bana.

Hakim Amca: Çok zamanım yok zira bu ara gayet yoğunuz.

Ben: Adalet arayışı arttı mı diyorsun Hakim Amca?

Hakim Amca: İnsanlar anlaşamıyor galiba. Çok fazla dava var.

Ben: Ben de bundan bahsediyorum ya zaten iletişemiyoruz. Peki adalet yerini buluyor mu?

Hakim Amca: Kanun ne diyorsa o oluyor ama vicdani adalet dersen yorumsuzum.

Ben: Sen yorumsuz, ben sopasız. Bana sopamın resmini çizebilir misin Hakim Amca?

Hakim Amca: O mutluluk değil miydi? Hem ben Abidin değilim.

Ben: Belki mutluluk sopadan ibarettir Hakim Amca. Hem hepimiz Abidinizdir belki. Abidinlerden bir orman.

Hakim Amca: Çayın bittiyse kalkalım. Benim dönmem gerek.

Ben: Bu burada böyle yarım kalmayacak. Gaiplik istiyorum gariplik içinde. Bir çok şey istiyorum ama olmuyor. Olmaması değil oluyormuş gibi olması koyuyor insana. Yoksa dizlerimiz yara bere içinde, yeni düşüşler dizlerdeki yaralara kardeş sezeryanlıyor. Biz yaralarımızı sevdik. Her dizimizde bir iz kaldı. İzlerimizi sevdik. Ama ya kaşıyıp kanatanlar? Neyse ne ya uzatmaya gerek yok. Hakim Amcaaaaaa kendine çok iyi bak. Her an gelebilirim.

Hakim Amca: Gel başımın belası gel. Kal sağlıcakla.

EDERİ KADAR DEĞER

İlk insandan bugüne kadar var olan değer yargısı günümüzde daha mı çok göze batar oldu?

Belki benim gerenksiz huysuzlanmalarım.

“Her şeyin bir değeri vardır” yeşilçam repliği var bir de.

Bu dünyada canlı olan her şeyin değeri paha biçilemez. Geri kalan her şey için mastercard yok pek tabi. Candan öte bir değer mi var? İnsan olsun, hayvan olsun ya da ister bitki olsun. Farketmez.

Peki canlının canlıya daha doğrusu insanın diğer canlılara yaptığı zulmün değer yargısı nerede kayboldu?

Değer sadece kendimize verilince mi kıymetli? İnsan evladı kendine Müslüman.

Değer verdiğin bir şeyden karşılık beklemek ne kadar doğru?

İnsan başlığı altında konuşayım. Değer verdiğiniz insandan değer görmemek üzücüdür ama zorunlu mudur? Bir insan bir insanı değersiz hissettiriyorsa değer verenin aptallığı mıdır bu?

İnsan evladı kaybettiği zaman mı değeri anlıyor? Elindeyken nasılsa avucumda hissi mi bu?

Ölen bir sanatçının ya da bir kişinin arkasından “büyük değerdi” denir. Eee hayattayken neredeydiniz? Ocakta yemeğiniz mi vardı?

Bir canlı öldükten sonra mı değeri anlaşılıyor? Balık soframızı süslüyor yedikten sonra güzel balıkmış diyoruz. Eee o denizdeyken de güzeldi. İşimizi gördü diye mi değerlendi?

Bir insana değer veriyoruz, karşılığında sadece bir gülüş beklerken çöp gibi hissetiriliyoruz. Bunun anayasaya suç olarak eklenmesi lazım.

Eee o zaman gereksiz değer verme arkadaş diyebilirsiniz. Haklısınız.

Bu da benim insan olmaya çalışırken tökezlemelerim.

Değerin bir değeri kalmamış. İnsan evladı yalancı…

Bir Veda, Unutulmaya Yüz Tutacak.

Herkes yazdı çizdi, çokça konuşuldu.

Çokça kınandı ve çokça üzülündü.

Birkaç aya unutulacak. Yakın çevresi, ailesi ve sevenleri hatırlayacak. Ateş düştüğü yeri yakar çünkü.

Unutmak bu ülkenin doğasında var.

Sağlık arayana şifa bulan bir cana kıyıldı bu ülkede.

İlk değildi elbet, son olur mu meçhul.

Bir doktordu. Senelerini insana yardım edebilmek için okuyarak, çalışarak geçirmiş.

Mesleğini geçelim, bir insana kıyıldı. Bir ana-baba evladına.

Ne için?

Bencillik mi?

Hangi dinde var bu? Bütün dinlerin ortak özelliğidir “Cana kıyan bizden değildi.”

Sorsan öldüren çok inanan bir dindardır.

Bütün dinlerin ortak yasağıysa cana kıymamak, sen neye inanıyorsun ey katil?

Doktorluk bu ülkenin ve hatta dünyanın en değerli mesleklerinden biridir.

Bütün sağlık çalışanları baş tacıdır.

Onların kılına dokunan insan değildir.

Kızabilirsiniz, üzülebilirsiniz, canınız yanabilir ama Allah’a olan inancınızın size emrettiğini uygulamak zorundasınız.

“Cana kıyan bizden değildir.”

Ruhun şad olsun Ekrem KARAKAYA.

Seni unutmayacağız demeyeceğim, unutacağız. Çünkü unutmak bizim ata sporumuz.

Sen can verdiklerinde yaşayacaksın.

Sevdiklerinin kalbinde.

Dünya Dönüyor, Kuşlar Uçuyor; Hatçe bildiğiniz gibi…

Uzun zamandır yazmadığımı farkettim.

Uzun zamandır Hatçe’yi de yazmadığımı farkettim.

Kendi haline bırakmıştım, bırakmamam gerekiyormuş.

Karşısında çok sesim çıkamıyor olsa da burada istediğimi söyleyebilirim. Cevap hakkı var ama burada söz benim. Sopa bende. Özgürüm beeeeen.

Bacılığına, kardeşiliğine lafım yok. Dünya birtenesidir kendisi.

Ama işte arkadaş bir iş verdim yok arkadaş yapamıyor.

Yapamadığı gibi dalga da geçiyor artık.

İnstagramında Babalar Günümü kutlamış. Umarım baba olursun diyerekten.

Umarım olurum. Umaraktan oluyor muydu?

Hatçeee tek başıma ğreyemiyorum ben? Tek hücreli canlı değilim ben. Çok hücreliyim ve sporla ya da polenle üreyemiyorum. Denemedim değil. Olmuyor yani tek başıma.

Ne kadar ince bir mesaj paylaşmış diyebilirsiniz. Evet haklısınızda ama bana neeeee.

Yeğenimde umudunu kesti artık benden. Halbuki ona kardeş yapacaktım, oyun arkadaşı olacaktı çocuğum ona. Çocuk artık ben kendim yaparım moduna girmiş. Heran evlenebilir. O zaman edebimle harakiri yapabilirim. Gelinin senden güzel olsunda kıskançlıktan yaşlan Hatçeeee!

Kaynana Hatçeeeee!

Bana kurşun mu döktürsek diyorum, sıksam olmaz mı diyor. Çözüm odaklı Hatçeee.

Aaa yeni haber. Yeğenim anası ile okuduğum sınıfta ilk okula başladı ve ilk karnesini aldı. Maşallah ona.

Hatçeeee konuşursam yer yerinden oynar. Kendine gel işini düzgün yap.

Konuşturtma beniiiiiğğğ!

Lan Oğlum Böyle Olmaz!

Geç kalıyoruz.

Herşeye.

Okula, işe, buluşmaya, randevulara, her yere…

Peki hayata?

En çokta hayata geç kalıyoruz.

Yaşamaya.

Belki ülkemize özel bir durum. Yaz/kış saat uygulaması ile çözülebilecek bir mevzu da değil.

Toprağımıza ve dahi genlerimize işlemiş bir durum.

Düzeltebilir miyiz? Pek tabi.

Düzeltmek isteyen var mı? Varsa da sesi duyulmuyor coşkun akan insan kalabalıklarının arasında. Çokça korna sesi, azca martı çığlıkları. İnsan gürültüsü. Fikri olmayan bir kakafoni. Korosal bir durum yok.

Bir insan yaşamaya nasıl mı geç kalır?

Çok basit.

Para/sağlık/aile/çevre/zaman bunlar başlı başına etken.

Bunun en başında ise elalem ne der baskısı ile alışmamış götte don durmaz düşüncesinin harmanlanmasıyla oluşan kabul edilmiş bir düzen.

Dünyanın her geçen gün daha kötü bir yer olması tabiki var.

Biz büyüdük ve kirlendi dünya aslında koca bir yalandı. Dünya zaten kirliydi, temiz olan bizdik ve büyüdükçe biz de kirlendik. Çocukken masumduk, şimdi düzene çark.

Anlattıklarım genel geçer değil. Kendi adıma konuşuyorum, sizin adınıza konuştuğumu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Aynı düşüncelerde isek sizinle aynı safta olmaktan gurur duyuyorum. Benimle aynı düşüncede değilseniz kendi kararınız. Fikirlerinize önem veririm. Umursanmayacak fikirleriniz olursa umursamam.

Ben ilkokul 5. sınıfta orta okul sınavlarına giren nesildenim. Son kez girenlerdenim. Ben sınava girdim 8 yıl zorunlu eğitime geçildi. Kazanamamştım zaten. Eski okuluma devam ettim. Babamın seni Fenerbahçe Orta Okuluna yollarım tehditleri altında geçirmiştim koca seneyi. Zira o dönemde cinayet işlenmişti. Sonunda ne oldu Fenerbahçe Lisesi’nden mezun oldum. Babamın tehdidi, umarım mezun olur dualarıyla yer değiştirmişti. Sınıfta kalmadan mezun oldum.

Neyse uzatıyorum lafı; sınavlarla, sınava hazırlanma zımbırtıları ile ömrümüzün en etkili zamanlarını çürüttük. Bize ait olması gereken zamanları 5 seçeneğe esir ettik, ettirildik. Gençliğimizi yaşamaya hep geç kaldık. Hafta sonunu bekle, yaz tatilini bekle. Bekledik ve geç kaldık. Hani dizilerde/filmlerde izlediğimiz özellikle yabancı ükelerde olan bir okul hayatımız ve dahi gençliğimiz olmadı. Biz olanı kaliteli yapmaya çalıştık sadece. Elimizdeki ile avunduk.

Demek istediğim genç iken zaman ve para yoktu geç kaldık hayata.

İş hayatına başladığımızda da zamanımız olmadı, para yine yetersizdi ama vardı.

Son iki senede de sağlığın herşeyi ve herkesi nasıl bir eve hapis ettğini gördük ve insan evladı eşitlendi. Ne para, ne zaman çare olamadı.

Ben kendi adıma konuştuğumu belirtiyorum. Bunları annesinin karnından çıkar çıkmaz yapabilen şanslılar ya da fırsatları değerlendirebilen insanlar hep vardı hep de olacak.

3 kuruşla dünyayı gezenleri bana örnek göstermeyin. Onlar gözünü karartabilenler.

Bunda da en başta bize yüklenen harmanlanmış düzenin esiri olduk.

Rahmetli Ferhan Şensoy’un repliği gibi “İşler boş işler, güçler güç işler. İş var güç yok. Güç gayet yararsız. Güç var iş yok, güç neye yarar?”

Durum bundan ibaret.

Herşeye geç kalıyoruz.

Hayata, yaşama.

Sevmeye.

Bir insan sevmeye nasıl mı geç kalır. Kalıyor işte. Bahaneler ne güne duruyor?

Zaman çabuk geçiyor ve sevmeye/sevilmeye geç kalıyor insan evladı.

Kimse bağırmıyor “Lan oğlum böyle olmaz” diye.

Uyaranlar olduğunda da olanaklar uyarıları öteliyor.

Gözün görmüyor bazen.

İlişki durumunda yanlışları görmez ya gözü kapanır insanın ondan bahsediyorum.

Hayatta da yaşarken gözleri görmüyor insanın, zaman geçtikten sonra doğruyu yanlışı görüyor. Özeleştirisini yapıyor.

Yapmayan da var pek tabi. Dik kafalı, inat.

Bazen arıyor insan, “Lan oğlum böyle olmaz” diye bağıracak birini hayatında.

Halka Serzeniş Vol. Bilmemkaç

Yeteeeeeer ulan yeeteeeeerr ! ! !

Size sesleniyorum.

Ey halkım diye seslenmek zorunda mıyım?

Gelin ve dinleyin işte. Dinleyip gideceksiniz. Başka bir işiniz yok. Dinler gibi yapanları tespit edip kınım kınım kınayacağım. Gibi yapmak nedir hem? Durumu kurtarmak mı? Evcilik oynayan çocuk muyuz biz. Gibi yapıyoruz? Dinler gibi, sever gibi. Gibi gibiyim gibiyim gibi gibiyim.

Gibiler kovalasın sizi !

Kime diyorum aloooo !

Anlatacağım işte itirazı olan varsa kendine saklasın.

İnsan evladı evrimine devam ederken insanlıktan çıktığının farkında değil. Çıkın yola, sokağa bakın. Göreceksiniz ne demek istediğimi. Görmüyorsanız görmek işinize gelmiyordur.

Sen okuyan okuyucu sordun mu insanlık nedir diye kendine? Homini gırtlak püf idi kandil tulumba yatak mı? Mutluluk mu? Hayatını işe adamak mı? İyi bir insan olmak mı? Bunların toplamı mı?

Neden menuniyetsiziz? Sokakta herkese limon yalatmışlar gibi yüz ifadeleriniz nedir? Düşman düşman bakıyoruz birbirimize? Hanım efendi tavuğunuza kışt mı dedim? Bey abim sana omuz mu attım ne o bakış? Neden birbirimize nefretle bakıyoruz? Neden anlaşamıyoruz? Neden hep kendi işimiz öncelikte?

Dinleyin lan beni !

Boş konuşsam da boşa konuşmuyorum ya. İyilik yaptığınız insanlar kendi götlerini kurtarmak için neden ilk sizi satıyor? Neden hatasını kabul etmiyor kimse? Hepiniz mi mükemmelsiniz ulan?

Ben değilim. Vasatım. O nedenle kimse sevmiyor belki. Paketimi süslesem belki vazgeçilmez olurum. Ye kürküm ye hesabı.

Toparlayamıyorum cümlelerimi, cümleler çok dağınızk. Fikirler altta kalır mı onlar daha da bir dağınık. Dapdağınık bir durum söz konusu. Kafamı toparlayamıyorum. Matematik yeterli gelmiyor. 4 işlem yapılacak bir durumda yok. Kafam bayram arifesindeki Eminönü gibi. Sadece martılar memnun.

Seven sevilmiyor, sevilen sevemiyor buna kimse sevinemiyor. Sevgi ortada kalmış. Kötü yola düşmese bari.

Herşey çok karışık.

Kısa keseceğim. Siz uzun varsayın.

Dağılın lan.

Bahaneler

Bahaneleri vardır insanların, kendilerince geçerli olan. Kendilerini kandırdıkları ve buna deli gibi kendini inandıran. Arkasına sığındıkları bahaneleri var insanların, aslında gerek duymadığı ve bunu çok geç farkettiği…

İnsanlar hatalarını kabul etmezler, kendilerini oldukları gibi görmek yerine bahanelerin arkasına sığınırlar. Bahaneler çok transparan halbuki. İç gösteren, iç gıdıklamayan. Saklanmayı seviyor insan evladı.

Bahaneler üretiyor insan evlatları. Nedenini daha sonra kendileri unutuyor ve inanmaya başlıyorlar bu bahanelere. Bahaneleri nedenleri oluyor. Yol oluyor. Aşındırmaktan mutlu oluyor insan evladı. Duble bahaneli dublesi bol yollarda.

Gerek yok ki, insan evladı kabul etse hem kendine hem karşısındakine dürüst olsa. Değişir dünya pek güzel olur. İnsanlar birbirine dürüst olsa ne kadar kolay olur halbuki. Bahanelerin olmadığı bir dünya mümkün mü? Namümkün! İnsan evladı bahanelerden bir çelenk.

Bahaneler bitmiyor. Bitmez. Hayat bahanelerden besleniyor. Çok uluslu Bilmem Kaçıncı dünya Bahanesi. Müttefikler, ittifaklar çok dağınık bir savaş. Cephesi lafta. Bahaneler uçuşuyor. İnsan evladı ne gazi ne şehit. Bok yolundan hallice.

Yalanlar parmak atıyor bahanelere. Bahaneler devamlı bir zıplama sevdasında. Parmak yeniyor çünkü. Dürtülmek gayet nahoş bir durum. Yalanla kışkırtılan bahaneler sorun teşkil ediyor. Bahaneler kendi başlarına çok mu masum tartışılacak bir lpnu ve tartışmak için vakitten bol nakitten az başka birşey yok.

Yalan ile süslenmiş bahanelerimizi servis ederken karşımızdakinin tokluk durumu sorulmuyor. İkram etmek şart. Yemese bile sunalım bahanemizi, tadına baka elbet. Israr ederiz “Ölümü gör ye” diye. Halbuki misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş. Ummadık taşın sunulan tabaktan çıkması ise an meselesi. Bahaneler taşlamak mıdır?

İlk bahaneyi en masumunuz söylesin. İlk bahaneden zarar gelmez denebilir mi? Bahaneler zarar verir mi? Arkasına saklandığımız bahanelerin önüne geçme gücüne ve yetkisine sahip değil miyiz yoksa? Gerçekliğin gücü adına diyerek kılıcımızı bahanelere sallasak bahaneler çok mu kızar? Savaşın kazananı olmaz, bahaneler namağlup.

Saat Godot’yu Kaç Geçiyor?

Yazmak mağara duvarlarından miras bize. Biz insan evlatları düşüncelerimizi dile getiremeyince dağa taşa yazmışız. Kağıt sonradan icat olmuş. Şimdi de ekranlara döküyoruz. İleride nereye yazacağız merak içindeyim.

İletişim kurabilen canlılardanız. Konuşma bahşedilen yaratıklarız. Konuşma hakkı tanınırken bir o kadar susan. Olanı anlatamayan, iletişimsiz bireylere evrildik. Bir insan bir insana sevdiğini söylemeye çekiniyorsa zaten bitmişiz biz, boşuna çabalıyoruz.

Belki de boşuna değildir. Yazdıklarımı birileri okuyordur. Belki şuan canı sıkılan o kişi bu yazılanları okuyarak mutlu oluyordur. Al sana bir demet mutluluk.

Samuel Beckett; Godot’yu Beklerken’de ki karakterlerinde Laurel ve Hardy’i hatırlatan özellikler yansıtmış okuyucuya.

Eline geçirirse benide bir yerlere yansıtacak yazar bundan eminim.

Benim karakterlerim gayet yurdum insanı.

Huysuz İhtiyar: Taksiye mi binsek? Ortaklaşa öderdik.

Huylu Genç: İki saattir oradan oraya yürrüyoruz, bir otobüs beklentisi ile taksi şimdi mi aklına geldi?

Huysuz İhtiyar: Senin neden aklına gelmedi, genç olacaksın bir de!

Huylu Genç: Adı üstüne gencim işte belki cebimde gerekli nakit sağlayacak durumda değilimdir. Ondan sesim çıkmıyordur. Bir otobüsün peşinden deli divane olmazdım belki. Benimki otobüsüne bir sevda değil görücü usulü bir zorunluluktur belki. Düşünemiyor musun ey ihtiyar?

Huysuz İhtiyar: Doğru diyorsun. Ben veririm ücretini ama beklersin taksi de gelmez ki şimdi.

Huylu Genç: Belki biz bekliyoruz diye gelmiyordur. Zira beklemediğimiz her şey geldi ve geçti.

Huysuz İhtiyar: Doğru diyorsun.

Huylu Genç: Hayatta ne beklediysek olmadı ne beklemediysek başımıza gelmedi mi? Misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş diye öğrettiler bize. Ummak umuntu kırıklığı doğurdu bize. Olana şükür etmeyi biliyoruz evelallah! Olmayana umutlanmak mı suç?

Huysuz İhtiyar: Afferin sana doğru konuşuyorsun. Bize ne öğretildiyse onu yaşadık ve yaşıyoruz. Bize sunulanı yasadık ve yaşıyoruz. Olana şükür edip olmayana isyan ederek. İsyan hakkımız elbet yok ama biz insan evlatları gayet memnuniyetsiz.

Huylu Genç: Ne kadar da kaliteli bir diyalog oldu ihtiyar sarılasım geldi sana.

Huysuz İhtiyar: Höössst uzak dur. İki sulandırmasan olmuyor değil mi?

Huylu Genç: Olmuyor.

Vatandaşın Teki: Pardon saatiniz var mı?

Huylu Genç: Evet var.

Vatandaşın Teki: Öğrenebilir miyim?

Huylu Genç: Markasını mı modelini mi?

Vatandaşın Teki: Saatin kaç olduğunu soruyorum size!

Huylu Genç: Bunu en başta direkt sorsaydınız bu diyaloğu yaşamazdık.

Huylu Genç: Pşşştt ihtiyar senin burada diyaloğa dahil olup, benim adıma özür dilemen gerekmiyor muydu?

Huysuz İhtiyar: Bıraktım o işleri, ne halin varsa gör. Sen akıllanmıyorsun.

Vatandaşın Teki: Siz grup olarak mı manyaksınız arkadaş? Bir saati sorduk muhabbete bak.

Huylu Genç: İhtiyar bu da sana gelsin. Manyaklığımı seninle paylaştım bu sefer.

Huysuz İhtiyar: Neden beni bu genç ile aynı kefeye koydunuz ki? Yanında olmam demek manyak olduğum anlamına mı gelir? Esefle kınıyorum efendim sizi.

Huylu Genç: Bir otobüsü umarsızca bekleyen kişi söylüyor bunu sende az manyak değilmişsin demek ki.

Vatandaşın Teki: Ne haliniz varsa görün be!

Huylu Genç: Kalın beraber görelim Allah ne verdiyse.

Huysuz İhtiyar: Sussana evladım.

Huylu Genç: Neden?

Huysuz İhtiyar: Hadi ben sabahtan beri alıştım da sana başkasını neden darlıyorsun. İnsanlarla düzgün diyalog kursana.

Huylu Genç: Düzgünden kastın nedir? Adam saatin kaç olduğunu direkt sormak varken, detaylı sunum olarak soruyor. Sen saati sor zaten cevap veriyorsam saatim vardır, saatim yoksa cevap vermem namümkün. Neden uzatmayı seviyor insan evlatları. Basit bir iletişim bence mümkün. İnsanlar düşüncelerini, duygularını net anlatabilse ya. Neden gezdiriyoruz, uzatıyoruz? Kelimelere neden turist görmüş taksici muammelesi yapıyoruz? Baist yaşamak lazım, hayat o kadar karmaşık değil. Doğada herşey yolunu buluyorken, biz de o doğanın parçası değil miyiz de o yolu bulamıyoruz. Neden zindan ediyoruz kendimize bu dünyayı? Saat kaç diyemedikten sonra, seviyorum ya da senin gibi düşünmüyorum diyemedikten sonra neden gezdiriyoruz o kelimeleri ağzımızda? Kelimeler gezmeyi seviyor galiba.

Huysuz İhtiyar: Bu konuşmandan sonra şaşkınlık ile susuyor ve içimden alkışlıyorum seni. Afferin evlat.